6331 Sayılı Kanun kalkmalı mı ? Kalmalı mı ?

Sayın İş Güvenliği Uzmanı meslektaşlarım,

6331 sayılı Kanun kapsamında sosyal mecraları kullanarak genel bir tartışma yapmamızı ve bir süre sonunda da mümkünse Sivil Toplum Kuruluşlarımızın ortak bir kararda buluşmasını öneriyorum.

İş Güvenliği uzmanları olarak, oluşturduğumuz sosyal ağlar ve STK’larımızın çabalarının artık siyasilerin, bakanlık bürokratlarının ve üst düzey hukukçuların dikkatini çektiği, etkinliklerimize dahil olduğu bir aşamaya geldiğimizi sevinçle gözlemliyoruz. Ancak bazı çok temel konularda, mümkünse fikir birliğimiz olursa, siyasilerle ve bakanlık bürokratları ile temaslarımızda daha verimli sonuçlar almamızı sağlayacaktır.

Son dönemde çeşitli platformlarda 6331 Sayılı Kanunun değişmesi mi? Yoksa mevcut haliyle mi kalsın ? konusu için mi çaba harcanmalı kapsamında görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

Özellikle bazı bilirkişiler “İSG Mevzuatı” diyerek, “eski Yargıtay kararları ile, kendi bilirkişi “yaygın görüşleri” ve özellikle yönetmelikleri ile 6331 sayılı kanunun üzerinin örttüklerini düşünüyorum.

Bazen içimizde 6331’in değişmesi önerisi olduğunda ciddi endişem oluşuyor. Kanun koyucu konumundaki siyasiler, dünyanın her yerinde “güçlü veya kalabalıkların” baskısına göre kanuni düzenlemeler yapıyorlar. 6331, AB uyum yasaları süreci ile bir çok partinin ortak desteği ile çıktı diye biliyorum ve bu nedenle sessiz sedasız, kavgasız gürültüsüz çıktı. Ve bu da maalesef nerdeyse yetkili tüm hukukçuların ve hatta bazı milletvekillerinin bile haberi olmayacak kadar sessiz oldu. Belki de iktidar ile muhalefetin kanun taslakları çok farklı olsaydı ve mecliste günlerce tartışma – gürültü olsaydı, belki de bu kanunun maddelerini merak edip tüm ilgililer gazetelerden vb. okurdu.

Yeni verilerle görüşlerimi her zaman değiştiriyorum ama şu anki görüşüm, eğer bizler bir şekilde İG uzmanlarının unvanı “İş Güvenliği Danışmanı” olarak değişir ve daha da rahat ederiz düşüncesi ile bu konuyu gündeme getirirsek, Siyasiler, bir tarafta TOBB gibi belki iki milyon üyesi olan, binlerce avukatı olan ve sermaye sahipleri bir tarafta ve diğer tarafta iki yüz bin gariban iş güvenliği uzmanına baktıklarında, AB uyum sürecinin yıllardır çok yavaş ilerlediği bu süreçte, siyasiler bir gecede kanunu toparlayıp, 6331’de “iş güvenliği uzmanı ile iş yeri hekimi yan yana geçiyor. Önce iş yeri hekimlerinin adlarını kanundaki lüzumsuz yerlerden silelim. Sonra iş güvenliği uzmanı kavramanı kaldıralım” ve Şantiye Şefi muadili olarak “İş Güvenliği Sorumlusu” unvanını kanuna getirelim demelerinden endişe ediyorum.

Diğer yandan “iş güvenliği uzmanı olarak onaylı deftere tüm riskleri aksaklıkları yazın kurtulun” şeklindeki hukukçuların yaklaşımı, sadece gözetim yapılan sahada o an görülen aksaklıkların tespit ve önerisinin deftere yazımından değil, çoğu durumda bir işyerinin sürekli güncellenen Risklerin Analizi Dokümanın günlük güncel halinin hazırlanması ve iş kazası öncesi işverene bildirme sorumluluğunu iş güvenliği uzmanına yüklemeye kaydırıyor. Hukukçuların çoğunun zihninde, “madem iş güvenliği uzmanısın, firmanın anlık güncel risk analizini yapmalısın işte, herkesin işi gücü var, niye bu kadar itiraz ediyorsun, yapsan eline mi yapışır ?” düşüncesi var. Günümüzde görev, yetki ve sorumluluklarına dair kanunu ve yönetmeliği olan çok az meslek var. Bu mesleklerden biri de iş güvenliği uzmanlığı. Bizim meslekle ilgili kanun ve yönetmelik var dediğimde şaşıran hukukçular gördüm. Bizlere, kanun ve yönetmeliklerde yazmayan görev, yetki ve sorumlulukların üzerimize fiilen yüklenmesini kabul etmemeliyiz. Sorun 6331’de değil, sorun 6331 yokmuş gibi bazı hukukçuların kendilerince mantık yürüterek iş güvenliği uzmanlarını, İş Güvenliği SORUMLUSU olarak görmelerinde ve bu görüşlerini bize dayatmalarındadır.

Eğer mevcut kanun ve yönetmelikleri daha iyisi ile değişelim düşüncesi ile davranırsak, “ Güncel Risk Analizini yapmayı ve uygulamayı da İG Sorumlusuna yükleyelim. Böylece siyasiler, basit , uygulanabilir, pratik bir kanunumuz olsa, bütün tartışmalar da biter” diye düşünüp böyle yeni bir kanun çıkartılabilir düşünceleriyle endişeleniyorum.

Milyonlarca üyeli Sanayi ve Ticaret Odalarını, hangi siyasi parti karşısına almak ister ki? Daha acısı, şantiye şefinin bu kadar sorumluluğu mevcutken ayda birkaç yüz liraya imzasını kiraladığını iddia edilen kişiler varken, benzeri ve belki de daha fazla sorumlukları artık kanunda net olarak yüklenen, İG SORUMLUSU unvanı ve sorumluluğu altında, işsizlik nedeniyle mecburen çalışacak genç veya emekli üniversite mezunu on binlerce kişi yine kuyruğa girmez mi ?

Dikkat edelim, “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmayalım.”

6331’e göre İG Uzmanı Asliye Ceza veya Ağır Ceza mahkemelerinin, savcıların muhatabı olamaz.

Sadece İşverenin açtığı Asli Hukuk mahkemelerin maddi-manevi tazminat davalarının muhatabı olabilir. Bu madde bizim gözümüzü korkutuyor ama zaten 6331’de bu madde olmasa bile, işveren tüm çalışanlarına “kalite müdürüne de, satın alma müdürüne de , kurumsal iletişim müdürüne de, iç mimarına da, mali müşavirine de ve hatta avukatına da” kendini zarara uğrattığı için maddi manevi tazminat açabilir ve zaten açıyorlar.

İşverenin bu kanuni “hakkını” sağda solda dillendirmiyoruz. Onlara akıl vermiyoruz ama bir yetkili -hukukçu ile karşılaştığımızda, “Sayın Vekilim, Sayın Hukukçum, Sayın Bakanım, Sayın Bürokratım açık konuşalım. Siz işini savsaklayan, işine gitmeden – sahayı gözlemeden maaş alan İG uzmanlarına ceza vermezsek, onlar boş boş oturur, iş kazaları olur ve işçiler mağdur olur” diye endişeleniyorsunuz ama asıl şimdiki durumdan endişelinin. Şimdiki durumda işverenlerin en az %90’ı tüm iş güvenliği uzmanlarına “üç beş kuruş verelim ve işe de gelmesinler, ayak altında dolaşmasınlar, işleri yavaşlatmasınlar” diye talep ediyorlar ve bunu uygulamak için uğraşıyorlar. Tespit ve Öneri ile ilgili onaylı deftere çok satır yazılınca veya e-maille aksaklıklar tespit ve öneri fotoğrafları ve raporlar ile gönderilince sinirleniyorlar, OSGB’lere bu uzmanı değiştirin baskısı yapıyorlar, bazı OSGB’ler de piyasada ayakta kalabilmek adına usulünce bu baskıyı çözmeye çalışıyor.

Sayın Hukukçum, sizler klasik hukuk anlayışıyla, “işveren ve iş güvenliği uzmanını” sanki bulundukları ortamda güçleri denk iradelermiş gibi, “birine asli kusur, diğerine de tali kusuru verelim, gönderelim demeye devam ederseniz, iskeleler çökmeye, asansör halatları kopmaya devam edecek.”

6331 sayılı kanun işte bunun için var. Yani klasik hukuktaki “illiyet bağı” ile iş güvenliği sağlanamaz diyor bu kanun. İş kazasının olmasındaki tek illiyet bağı, orada bir “işin yapılmasıdır” diyor. O işin yapılmasının da tek nedeni de “işverendir” diyor.

“Siz artık zarar gören işçiler dahil, işyerinde kasten birileri gidip iş ortamını sabote etmemişse, başka asli-tali kusurlu aramayın” diyor bu kanun.

İş kazalarını sadece, basiretli tüccar olarak işverenin, ücretini ödeyeceği en iyi hizmeti veren iş güvenliği uzmanının aramasını, bulmasını ve en verimli şekilde çalıştırmasını sağlayarak önleyebilirsiniz diyor bu kanun.

Eğer siz 6331’de yazılanları tam olarak uygularsanız, kanunda yazan sorumluklarını yerine getirmeyen cezayı işverene keserseniz, bu konuda ceza mahkemelerinin kararlılığını gören işverenler, piyasadaki “en iyi saha gözlemi yapan, en bilgili, en deneyimli, en çalışkan, en üretken, en proaktif iş güvenliği uzmanlarını” arayıp çalıştıracak. Bu da işçilerin en az ölmesi, en az kol-bacak kopmasının olması demektir.

6331 Sayılı Kanun, o dönemki kanun koyucunun tüm işçilerin taşınması amacıyla teslim edilen bir uçak gibidir. Ama yaklaşık yedi yıldır hala işçiler “kamyonla taşıma“ hukuku ile taşınıyor gibi. 6331 sayılı bu uçak geldiğinden beri, yedi yıldır hangara kapatıldı ve kapısına kilit vuruldu.

Gelin bu kilidi kırın ve ülkemizdeki tüm işçilerimizi, uçak konforunda taşıyalım.

Semih ÖZER
İş Güvenliği Uzmanı


NOT: Yukarıdaki yazı “Kırmızı Baretli Meslektaşlarımızdan Gelenler” kategorisinde yayımlanmış olup, yazarın görüşleri ve yazı içeriğinin tamamı KIRMIZI BARET PLATFORMU‘nun görüşlerini bire bir olarak yansıtmayabilir. Diğer tüm yazılar için tıklayınız